15 Eylül 2022 Perşembe

Çocukken Mardin'deki Lale Sineması'nda ki gördüğüm filmlerdeki kovboylar yerine koymuştum kendimi ama Avrupa'ya ilk çıkışımda kovboy değil Kızılderili, beyaz değil zenci olduğum kafama vurulmuştu.



Livaneli'nin okuduğum ilk kitabı Huzursuzluk oldu. Zülfü Livaneli, ülkemizde popüler olan bir yazar. Zülfü Livaneli'nin kitapları Doğan Kitap ve İnkilab Yayınlarından çıkmaktadır. Ben yayınevi tercihimi kitap kapağına göre yaptım. Kitabın kapağından bahsetmek istiyorum. Her ne kadar kitabı içerik olarak beğenemesem de kapağını başarılı buldum. Çünkü kitap kapağı ve içeriği birbiri ile uyumlu olmuş. Kapak tasarımında kullanılan renkler birbirini tamamlamış.

Kitap bir Ezidi kızına aşık olan Hüseyin'in IŞİD tarafından öldürülmesi ve Hüseyin'in çocukluk arkadaşı olan gazeteci İbrahim'in olayın içyüzünü araştırmasını konu edinmektedir. İbrahim, aslı Mardin'e dayanan İstanbul'da bir gazetede çalışarak hayatını idame ettirmektedir. Çocukluk Hüseyin'in öldürülmesini haber almasıyla gazeteye ilginç haber bahanesiyle Mardin'e gider. İbrahim'in cinayetiyle ilgili bilgisi olanlarla konuştuktan sonra olayların başkahramanı olan Ezidi kızının hikayesini merak eder. Uzun uğraşlar sonucu Ezidi kızına bulan Hüseyin yeni bir dünyadan haberdar olur. Ezidilerin yaşadıkları zorlukları öğrenen Hüseyin İstanbul'daki kent yaşamını sorgulamaya ve eleştirmeye başlar.

Kitapta ana fikir olarak doğu-batı karşılaştırması ve çatışması ön plana çıkmaktadır. Ayrıca Livaneli mülteci sorununa da yer vermiştir. Açıkçası kitabı beğenemedim. Kitap anlatım olarak bana yüzeysel geldi aceleyle yazdım bitti bir kitap gibi. Kitapta anlatılanlar çokta beni etkileyemedi. (sanırım yazarın kaleminden dolayı) Bana kitaptaki Ortadoğu övgüleri methiyeleri samimi gelmedi. Ayrıca kitaptaki Angelina Jolie kısmı rezaletti bana göre. Zülfü Livaneli sevilen ve okunan bir yazar. Diğer kitapları nasıldır bilmediğim için yazarlığına laf edemem ama bu kitabı olmamış. Livaneli'nin diğer kitaplarını beğenmem ümidiyle.

12 Eylül 2022 Pazartesi

İnsanlar, babalarıyla analarının dağ gibi ümitleriyle dünyaya geldikten sonra denizler gibi ümitsizlikler içinde boğularak kaybolup gidiyorlardı.

 




Büyük Hun İmparatoru Mete Han, döneminin en iyi ordusuna sahipti. Çünkü güçlü savaşçılıklarının yanı sıra Mete Han'a sadıktılar. Askerler, Mete nereye isterse oraya ok atmak zorundaydılar. Bir gün Mete ordusundaki askerlerin eşlerini karşılarına geçirip hatunlarına ok atmasını ister. Kimisi hatununu hiç düşünmeden oklar kimisi tereddüt edip hatununu oklayamaz ve oracıkta öldürülür. Aslında bu bir sadakat testiydi Böylelikle Mete Han ordusunda sadece sadık askerleri kalır. 

Kitap bir Uygur masalı ile başlar. Kamlançu ülkesinde Yüzbaşı Burkay Açığma Kün adında bir kıza aşık olur. Sonrasında Yüzbaşı Burkay aşkı için evdeşini kurban eder. Açığma Kün'e kavuşan Burkay mutluluğu bulamaz ve ölür. Selim Pusat Türk ordusunda bulunan kralcılık düşüncesine sahip bir yüzbaşıdır. Bir gün düşüncelerini dışarıya  vurur ve kendisiyle aynı düşüncede olan arkadaşı Şeref ile birlikte apoletleri sökülür ordudan tasfiye edilir. Ardından cezaevine giren Selim Pusat bir süre sonra serbest kalır ve fakat hayat artık onun için eskisi gibi değildir. Artık hayatının merkezinde olan askerlik mesleğinden uzaklaştırılmış ve kendisiyle birlikte ceza almış arkadaşı Şeref yaşananlardan dolayı intihar etmiştir. Selim Pusat karakteri asabi, ciddi ve ketum birisidir. Ayşe Pusat ise fedakar ve sıcakkanlı bir edebiyat öğretmenidir. Selim Pusat'ın eşi Ayşe Pusat ise öğretmenlikten uzaklaştırılıp 3 yılında sonunda kovulduğu liseye geri döner. Ayşe Pusat eski öğrencilerinden Aydolu ve Nurkan'ın yanı sıra yeni tanıştığı Güntülü'ye karşı yakınlık kurar. Bu yakınlık zamanla Selim Pusat ile Güntülü arasında tarihsel ve imgesel bir aşka evrilecektir. 

Kitap konu olarak Yüzbaşı Burkay ile binlerce yıl sonrasında Yüzbaşı Pusat'ın arasındaki ruhsal bağlantıyı anlatmaktadır. Atsız'ın eski Türk Tarihinden esintileri diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da yansıtmış. Ayrıca dini, mitolojik öğelere bolca yer almaktadır. Yazar, Cumhuriyet rejimine olan görüşlerini direkt olarak aktarmasa da dolaylı yoldan aktarmıştır. Nihal Atsız'ın hayat hikayesini bilen okurlar kitaplardaki ufak detaylarda kendisine ait izler taşıdığını görecektir. Sadakat, adalet, tarih, edebiyat gibi kavramların güzel işlendiği güzel bir romandı. Herkese tavsiye ederim. 

5 Eylül 2022 Pazartesi

Hakikat Cehveri Ancak Hakikat Aynasına Yansır.



Karun, Hz.Musa döneminde yaşamış ve yaptıklarından dolayı helak olmuştur. Kral Karun diye bildiğimiz Lidya Kralı aslında Kral Krezüs. Kitabı okumadan önce şahsen ben Krezüs ismi yerine Lidya Kralının ismini Karun olarak biliyordum. Karun kelimesi günümüzde daha çok zenginliği temsilen kullanılmaktadır. Hatta dilimizde Karun kadar zengin olmak şeklinde dilimizde bir deyim bulunmaktadır.

Kitap MÖ 540'lı yıllar ile MS 1980li yıllarda geçmektedir. İki tarih birbirine uzak olmasına rağmen iki dönemde de olayların geçtiği yer Uşak'tır.
1.bölüm: Lidya Krallığı savaşın eşiğinde iken aynı kızı seven üç arkadaştan birinin diğerlerine sevdiği kız uğruna ettiği ihaneti anlatılmaktadır. Kufu, Halludas ve Mehte adında Lidya'nın altın ocaklarında çalıştırılan üç işçi arkadaştır. Bu üç arkadaş Edusa adında bir kızı sevmektedir. Bütün bunlar olurken Lidya Krallığı endişe içerisindedir. Çünkü Medleri yıkan Pers Kralı Keyhüsrev Lidya Krallığı'nın üzerine gelmektedir. Kehanetlere önem veren Krezüs krallığının sonsuzluğunu sorgulamak için kahinler çağırtır. Kahin Solon, Cultura'dan bahseder ve kralı uyarır. Kral Krezüs bunu önem vermez ve kahini kovar. Kış biter ve havalar ısınmıştır Persler ile savaş başlamıştır. Krezüs'ün önemli komutanlarından Sardansis ölür ve vezir Nakata ve emrindeki adamlara görevlendirilir. Nakata'nın yanında Kufu, Mehte ve Halludas bulunmaktadır. Sardansis gömüldükten sonra Kufu, Mehte'yi tuzağa çekerek öldürür ve Halludas'ı araması için ormana yolladıktan sonra Katil Katil diye bağırmaya başlar.
2.bölüm: Olaylar 80ler Türkiye'sinde sağ sol çatışmaları içerisinde bulunan üç arkadaşın bir kızı sevmeleri sonucu masum, katil ve maktul olması anlatılır. Aynı resim atölyesinde Keriman Hanım'ın öğrencileri Ethem, Ufuk, Sadullah ve Asude sanatlarını icra etmektedirler. Ethem ve Ufuk devrimciliğe inanmış gençlerdi ve askeriyenin mühimmat deposuna girerler. Ve orada buldukları para dolu çantayla alıp kaçarlar. Yolda parayı çalmalarına tepki gösteren Ethem'i Ufuk öldürür. Öldürme amacı aslında Asude'ye olan aşkındadır. Sonrasında Ethem'in cinayeti Sadullah'ın üstüne kalır ve sahte delillerle cezaevine düşer. Ve hapishanede işkence gören Sadullah'ın elleri kırılıp resim yapamaz hale gelir.
3.bölüm: Persler, Lidya Krallığının içlerine kadar girmiş ve işgal etmeye başlamıştır. Krezüs ve ailesi rehin alındıktan sonra Krezüs'ün aklına Kahin Solon'un Cultura'nın önemi hakkında söyledikleri aklına gelir. Bütün bunlar olurken Halludas, Edusa ile oradan kaçar fakat Nakata ve Kufu onları yakalar. Kufu, Edusa'yı kaçırdıktan sonra Nakata, Halludas'ı öldürmek üzereyken Namirek Usta gelir ve Nakatayı yaralar. Ardından Edusa'nın kızı olduğunu öğrenen Nakata, Kufu'nun peşinden adamlarını gönderir. Sadullah'ın suçsuzluğu ispat edilir ve özgürlüğüne kavuşur. Sadullah hapisten çıktıktan sonra memleketi Uşak'a geri döner. Sadullah zamanla parmaklarını kullanmaya başlar ve bir gün müzeye gidip resim çizdiği sırada Keriman Hanım gelir ve tüm gerçekleri ona anlatır. Keriman Hanımı uğurlayan Sadullah sonrasında gazete manşeti dikkatini çeker. Kendisine komplo kuran komiser Atakan intihar etmiştir.

Kitap bana göre çok sürükleyici bir kitaptı. İskender Pala, tarihin farklı dönemlerini birbirine bağlayarak çok güzel bir şekilde romanını anlatmış. Kitabın arkasında ek halinde bulunan Lidya haritası mantıklı bir düşünce olmuş. Yazarın dikkat çekmek istediği konu, coğrafyamızda bulunan tarihi eserlere hak ettiği değeri vermeyişimiz olmuş. Ülkemizde dönem dönem tarihi eserler yurtdışına kaçırılıp satılmıştır. Bana göre kitabın olumsuz tarafı yazar kendi ideolojik görüşlerini haklı göstermeye çalışmış. Buna rağmen kitabı tavsiye ederim.

30 Ağustos 2022 Salı

Cumhuriyet'in yöneticileri biliyorlardı ki, yabancı yatırımlar o devletin sömürgeci niyetlerinin bir köprübaşısıdır.

Bu yazımda Sina Akşin'in yazdığı Kısa Türkiye Tarihi kitabını inceleyeceğim. Sizde isterseniz kitap hakkında yorumlarınızı belirtebilirsiniz. İyi okumalar.




Kitabı okuma gibi bir planım yokken Amazon'da gördüğüm büyük indirim fırsatı okumama vesile oldu. Kitap, Türklerin tarih sahnesine çıkışı hakkında ufak bir bölümle başlamaktadır. Ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin öncesini anlayabilmemiz için yazar Osmanlı tarihinin dağılma dönemini bizlere anlatmıştır. Yazar, Osmanlı tarihine anlatırken sadece savaşlar, padişahlardan da ayrıca o Osmanlı toplumu ve düzeninden de bahsetmiştir. Kitapta üzerinde durulan önemli konulardan biriside Meşrutiyet olmuştur. Meşrutiyet önemlidir çünkü Osmanlı'da padişahın mutlak otoritesini zayıflatıp demokrasiyi Türk toplumuyla tanıştırmıştır. Ne kadar başarılı olmuştur tartışılır. Meşrutiyet belki de Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyet'ine geçişi kolaylaştıran önemli faktörlerden birisi olduğunu düşünmekteyim. Meşrutiyet'i Osmanlı'ya getiren İttihat ve Terraki'nin üyelerinden Mustafa Kemal, Sevr anlaşmasını reddedip bu toprakları demokrasi ve Cumhuriyet'in gelmesine öncülük edecekti. Anadolu coğrafyası Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyet'ine geçiş yapacaktı. Bir çok savaş görmüş Anadolu insanı artık yeni bir devlete ve toplum düzenine geçiş yapacaktı. Padişahın kulu ve malı olarak tabir edilen reaya, Cumhuriyet ile birlikte belirli haklara sahip özgür bireyler haline dönüşeceklerdir. 1938'e kadar yöneten Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatından sonra Milli Şef (İsmet İnönü) dönemi başlayacaktı. İsmet İnönü asker olarak başarılı bir portre çizerken Milli Şef olarak belirli bir kesim tarafından eleştirilmiştir. Fakat İsmet İnönü 2.Dünya Savaşında başarılı bir dış politika uygulayarak Türkiye Cumhuriyetini savaşa girmesine engel olmuştur. Milli Şef'e karşı ilk muhalifler 1946'lı yıllarda ortaya çıkacaktı. Mustafa Kemal Atatürk, çok partili hayata geçişi desteklemiş ve başarılı olamamıştı. 1946 yılında Türkiye ilk kez Halk Fırkasın'a bir muhalif olan Demokrat Parti ile tanışacaktı. Demokrat Parti Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi öncü isimlerle kurulacak. Ardından 1950 yıllarda iktidara gelen Demokrat Parti ilk yıllarında başarılı bir politikalar uygulayacaktı. İlerleyen zamanlarda Amerika'ya daha çok yakınlaşan Demokrat Parti, baskıcı bir politikaya geçiş yapacaktır. Bu durum 27 Mayıs 1960 darbesine kadar sürecek ve ilk kez Türkiye darbe ile tanışacaktı. 27 Mayıs sonrası çıkan karar sonrası Adnan Menderes ve 2 Demokrat Partili bakan ile birlikte idam cezasına çarptırılacaktı. 1960-1980 arası darbelerle geçici koalisyonlarla gerilimlerle geçen günler Türkiye'yi bekliyordu. 80'lerde Özallı ANAP'ın tek başına iktidarıyla Türkiye globalleşme ve serbest piyasa ekonomisi ile tanışacaktı. 90'lı yıllara kadar Özal rüzgarı Türkiye'de eserken şüpheli ölümüyle sona erecekti. 2000'lere kadar Ecevit, Erbakan Çiller, Demirel gibi isimler Türkiye siyasetinde aktif rol oynayacaktı. 2002 yılı genel seçimlerinde tek başına iktidar olan Erdoğan'ın AKP'si ile Türkiye için yeni bir süreç başlayacaktı.

Türkiye siyasi tarihini yorumlayacak olursam; Atatürk ve İnönü dönemlerinde Türkiye bir devletçi politika izlemiştir. Çok partili hayata geçiş 1946'lı yıllarda Demokrat Parti'nin kurulması ile başlamıştır. 1950'de ise Halk Fırkası iktidarı Demokrat Parti'ye bırakmıştır. 1950 sonrası Türkiye'yi yöneten kişiler genelde asker kökenli veya siyasi olarak merkez sağ görüşlü kimseler olmuştur. Bu durum dış politikamıza genel olarak daha çok Amerikan'ın yanında yer almamıza neden olmuştur. Türkiye'nin NATO'ya katılması, Amerika'dan ekonomik yardım alması ve 6.filo olayları Amerikancı politikanın sonuçlarıdır. 1970'li yıllarda Ecevit'in başbakan olmasıyla daha çok anti-emperyalist ve anti-Amerikancı bir dış politika güdülmüştür. Anti-Amerikancı politika sonucu Türkiye uzun süredir çözülemeyen Kıbrıs'taki Türk-Rum sorununa çözüm olarak Kıbrıs Harekatı'nı düzenlemiş ve Kıbrıs'taki Türklerin bağımsızlığını elde etmesine önemli bir katkıda bulunmuş olacaktı. Bu duruma büyük bir tavır alan Amerika bunun sonucunda Türkiye'ye büyük bir ambargo uygulayacaktı. 1980'li yıllardan günümüz Türkiye'sine kadar zaman zaman anlaşmazlıklar olsa da Türkiye genel olarak Amerika'nın yanında yer almıştır.

Yazar inşa ettiği cümleler aracılığıyla tarafını belli etse de kendi düşüncesine muhalif kişilerin başarılarını anlatması kitabı objektif ve okunur olmasını sağlamaktadır. Kitap Türkiye tarihinden öte daha çok Türkiye siyasi tarihini anlatmaktadır. Bunun yanında önemli toplumsal olaylardan da bahsedilmektedir. Yakın tarihimizi öğrenmek ve göz atmak istiyorsanız önerebileceğim bir kitap olur. Herkese iyi okumalar. 

24 Ağustos 2022 Çarşamba

Teşkilat-ı Mahsusa'da bir Yakub Cemil vardı.

Bu yazımda Soner Yalçın'ın Teşkilat'ın İki Silahşörü adlı kitabını inceleyeceğim. Kitap hakkında görüş ve düşüncelerinizi yorum olarak belirtebilirsiniz.





Yakub Cemil'i biliyor musunuz? Mustafa Kemal onun hakkında:  "Eğer bir gün bir ihtilal yaparsam yanıma alacağım ilk adam Yakub Cemil'dir. İhtilal'den sonra ilk asacağım kişi de yine Yakub Cemil'dir." demiştir.
Yakub Cemil'in namını kitabı okumadan öncede bilmekte idim. Kitabı keşif edişim ise Kurtlar Vadisi 22.bölümündeki bir sahnesinde Aslan Akbey ve Polat Alemdar arasındaki bir diyalog ta kitaba atıf yapılmıştı. Bilmeyenler için kitabın yazarı Soner Yalçın aynı zamanda Kurtlar Vadisi dizisinin Konsept Danışmanlığı'nı yapmıştır. Bu ufak bilgilerden sonra kitaba gelecek olursam;
Kitap Dede Yakub Cemil ve Torun Yakub Cemil şeklinde iki kısmı ayrılmış. Dede Yakub Cemil'in hayatını okurken İttihat ve Terakki Cemiyetine ve Teşkilatı Mahsusa gibi döneminin önemli örgütlerine tanık oluyoruz. Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa, Kuşçubaşı Eşref, Ömer Naci hatta Mustafa Kemal (Atatürk) gibi önemli isimleri Yakub Cemil'in fikir dünyasından okumaktayız. Yakup Cemil kaçakçı bir babanın oğlu dünyaya gelmiştir. Askeri okuldan mezun olup ardından Sapancalı Hakkı'nın referansı sayesinde İttihat ve Terraki Cemiyetine katılacaktır. İttihat ve Terraki Cemiyeti'nin ilk yıllarında Enver Paşayla birlikte Balkan dağlarında çetecilerle mücadele ile geçecektir. Daha sonraki yıllarda İttihat ve Terraki iktidar olduktan sonra cemiyetin fedaisi yani tetikçisi olacaktır. Dikbaşlı ve hırçın kişiliğiyle dikkat çeken birisidir. Bu dikbaşlılığı yüzünden İttihat ve Terraki yönetimi ile ters düşecektir. Talat Bey kendisine tuzak kurup Enver Paşa'ya suikastten dolayı yargılanacaktır. Enver Paşa yurtdışında iken Talat Paşa kendisine muhalif olan Yakup Cemil'in idamına karar vermiştir ve kurşuna dizilerek idam edilmiştir.




Torun Yakub Cemil bölümlerinde aldığı eğitimlerle ASALA ile mücadele eden Yakub Cemil'in torunu olan fedainin hayatını okumaktayız. Türkiye 80'li 90'lı yıllarda ASALA isimli Ermeni terör örgütü ile mücadele etmiştir. Bu mücadeleyi Türkiye gayr-ı resmi bir şekilde vermiştir. 1994'lü yıllarda ise dağılmıştır. Torun Yakub Cemil kimliği ise kitapta belirtilmemiş ve Torun Yakub Cemil olarak geçmektedir.


Kitap roman tadında olup Dede Yakub Cemil - Torun Yakub Cemil şeklinde okunmaktadır. Torun Yakub Cemil'in bölümlerini okurken kurgu mu yoksa gerçek mi düşünmedim değil. Ama bana kalırsa Torun Yakup Cemil Soner Yalçın'ın kendi kurguladığı bir karakterdi. Osmanlı'nın son dönemlerini ve Türkiye'nin yakın tarihine ışık tutan güzel bir kitaptı.

22 Ağustos 2022 Pazartesi

13.Kabile: Hazarlar

Bu yazımda Arthur Koestler'ın Onüçüncü Kabile adlı tarih kitabını inceleyeceğim. Sizde isterseniz kitap hakkında yorumlarınızı belirtebilirsiniz. İyi okumalar.





Türkiye'de lisede verilen tarih derslerinde Türk Tarihi anlatılırken bizlere İslamiyet öncesinden başlanıp Cumhuriyet tarihine kadar anlatılır. Ağırlıklı olarak Osmanlı tarihi ve Cumhuriyet tarihi üzerinde durulur. Fakat Hazarlar, Göktürkler, Hunlar, Avarlar gibi önemli devletler ya anlatılmaz ya da çok kısa bir şekilde anlatılır. Bizlere okulda anlatılmayan Hazarlar, 400 yıl Doğu Avrupa'da hüküm sürmüş olup tarihimiz açısından önemli bir devlet ve bir kültüre sahip olduğunu düşünmekteyim. Hazarları, Türk tarihinde diğer devletlerden ayıran en önemli özelliği Musevi bir devlet olmasıdır. Hazarlar, Yahudi tarihi bakımından önemli bir devlettir. Çünkü Yahudiler tarih boyunca fazla devlet kurmamışlardır. Bu durumda Hazar Devleti sayılı Yahudi inancına mensup devletlerden biridir. Hazar Devleti resmi olarak Musevi bir devlet olsa da farklı inançlara sahip bir çok halk yaşamaktaydı. Aslında Museviliği kabul eden kesim yönetici kesimdi. Hazarların, Museviliğe geçişi çok kritik bir karardır. Çünkü batısında Ortodoks Bizans güneyinde ise İslamiyet'in sancaktarı Emeviler bulunmaktaydı.





Kitaptan bahsedecek olursam
Kitap 1.bölümde Hazar Devleti kuruluşundan ve yükselişine kadar olan süreci anlatılıyor. Altın çağlarında Hazarlar hakim olduğu Doğu Avrupa'da en önemli rakibi Bizans olacaktır. Zaman zaman Araplar, Peçenek gibi milletlerle ile mücadele etmişlerdir. Hazar Devletinin çöküş dönemine geldiğimizde yeni rakibi Ruslar olacaktır. Hazar Devletinin yıkılmasında önemli bir faktör olan Rusların tarih sahnesine çıkışı da anlatılmıştır. Ruslar, Viking akınları sonucu Avrupa'ya yerleşmiş savaşçılardır. Doğu Avrupa'da tutunmak için Ruslar daha sonrasında yerel inançlarını bırakıp zaman içerisinde Ortodoks inancına mensup olacaklardır.
2.bölümde Doğu Avrupa Yahudileri'nin tarihine değinmiştir. Ve ayrıca Doğu Avrupa Yahudilerinin kökeninin Hazarlara dayandığı tezi savunulmuştur.
3.bölümde ise Yahudilerin tek bir soydan geldiği tezine karşı çıkılmıştır. Yahudilerin kökeni Sefarad ve Aşkenaz olarak ikiye ayrılmaktadır. Yazar, Sefarad Yahudileri, Orta Doğu kökenli bir topluluk iken Aşkenazilerin kökeni Doğu Avrupa'ya dayandırmaktadır. Hazar Devleti yıkıldıktan sonra Rus yayılmacılığından kaçan Yahudiler Doğu Avrupa'nın Polonya, Macaristan gibi ülkeler göç etmişlerdir. II.Dünya Savaşına kadar bu coğrafyada yaşayan Yahudiler, Hitler'in Yahudi Katliamından dolayı çeşitli ülkelere kaçmak zorunda kalmışlardır. Yahudiler II.Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletlerin desteğiyle İsrail devletini kurdular.
Ve son olarak kitapta bu alandaki antropolojik bulgulara da değinilmiştir.
Hazarlar günümüze kadar izlerini taşıyabilmişlerdir ve yaşadığı coğrafyadaki başka devletleri de etkilemiştir. Örneğin Hazarların kullandığı tamganın günümüzde o tamganın uyarlanmış hali Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin amblemi olarak kullanılmaktadır.


Yazarın Arap, Bizans, Rus, İbrani gibi bir çok farklı kaynaklardan yararlanması faydalı ve doyurucu olmuş. Kitabın yazım dili bir araştırma kitabından çok roman gibi akıcı ve sade olması bakımından konuya başlangıç yapılabilecek bir kitap. Hazarlar ve Yahudi tarihine ilgi duyuyorsanız tavsiye edebileceğim bir kitap.

19 Ağustos 2022 Cuma

En iyi kitaplar insana zaten bildiklerini söyleyen kitaplardır.

Bu yazımda George Orwell'ın 1984 kitabını naçizane bir şekilde yorumlayacağım. Kitap ülkemizde uzun bir süredir popüler bir kitap olmayı sürdürüyor. Sizde isterseniz kitap hakkındaki düşüncelerinizi yorum olarak belirtebilirsiniz. İyi okumalar.





George Orwell 1948 yılında 36 yıl sonrasının dünyasını distopik bir şekilde ele alıyor. Kitap orta bölümlerinde yer yer beni sıksa da genel olarak beğendiğim bir kitap oldu. Kitabı okurken sizi o distopik dünya ve atmosfer geriyor. Ana karakterimiz olan Winston'u çok sevdiğim söylenemez. Kitabı anlatacak olursam III. Dünya Savaşı sonrası yeni bir dünya düzeni oluşmuştur. Dünya üzerinde;
-Okyanusya (İngiltere, Amerika kıtası, Güney ve Batı Afrika ve Avustralya kıtası topraklarını kapsamaktadır)
-Avrasya (Rusya, Avrupa ve Kuzey Afrika topraklarını kapsamaktadır) -Doğu Asya (Çin ve diğer Asya ülkelerini kapsamaktadır) devletleri kalmıştır.
Aklınızda daha kolay canlanması için aşağıda 1984 evrenin haritasını sizlerle paylaşacağım





Romanımızın geçtiği ülke Okyanusya ülkesidir. Okyanusya ülkesi totaliter bir rejim ile yönetilmektedir. Parti, halkı propaganda ve manipüle ederek halk rejimi sorgulamamaktadır ve inanmaktadır. Büyük Birader ve partisi bir korku imparatorluğu kurmuşlardır. Ülkede ki bakanlıkların isimleri ve eylemleri arasında tezatlıklar bulunmaktadır. Örneğin Sevgi Bakanlığında şiddeti Barış Bakanlığı savaşı amaçlamaktadır. Büyük Biradere gelecek olursak ona sadece boyun eğmek değil sevmek zorundasınız. O sizi dinleyebilir, izleyebilir hatta ve hatta düşüncelerinizi okuyabilir. Bunlara düşünce polisi denmektedir. Büyük Bilader ve parti "Özgürlük Köleliktir", ''Cahillik Güçtür'' ve ''Savaş Barıştır'' gibi negatif mottoları ile halk sindirilmektedir.
Kitapta baş karakterimiz olan Winston başlarda Partiye ve Büyük Birader'e karşı durmaktadır. Bu düzenin biteceğini umut etmektedir. Geçmiş hakkında bir bilgisi yoktur çünkü parti tarihi yeniden yazmıştır fakat yalan bir şekilde. Winston'un kendisi gibi düşünen kız arkadaşı adında bir kız arkadaşı vardır. Julia ve Winston başlarda birbirlerine karşı temkinli ve şüpheci duygular beslerken kader onları birleştirecektir. Gün geçtikçe umudu artan Winston ve Julia düşünce suçundan yakalanır ve ağır işkencelere maruz kalır. Uzun süre mahkum hayatı yaşayan Winston çıktıktan sonra Julia artık onun hayatında yoktur ve Partiye ve Büyük Biraderi gerçek anlamda sevgi beslemeye başlamıştır. Çünkü biliyordur ki ne yaparsa yapsın bu düzeni değiştiremez ve ayak uydurmaktan başka çaresi yoktur.
Kitap, Soğuk Savaş dönemi sonrası batıyla kötü ilişkiler içerisinde olan Sovyet Rusya'sını eleştirmektedir. 1984 bilim kurgu kitabı olduğu kadar bir o kadarda politik hiciv temalı bir romandır. Orwell bir sosyalist olmasına rağmen Stalin ve diktatör devlet politikasına karşı muhalif bir tavırdaydı. Benim düşünceme göre Büyük Birader Stalin'in ta kendisidir. Bazı okurlar bıyık ve diktatör imgeleriyle Büyük Biraderi Hitler ile bağdaştırabilir. Kitaptaki teknolojik unsurlar göze çarpmaktadır. Romanda geçen bazı teknolojiler insanlığın faydasına iken bazı teknolojiler insan hayatını denetleyen ve kısıtlayan teknolojilerdir. Günümüzde devletler, kuruluşlar ve hatta üçüncül kişiler teknoloji sayesinde bizleri dinleyip, izleme olanaklarına sahiptirler. Devletlerin kendi güvenliklerini korumak için bu teknolojileri kullanmalarından daha doğal bir şey yoktur fakat bunun sonucunda bireyin özel hayatının gizliliğinin yanı sıra her zaman izlenen halk, içinde bulunduğu rejimi ve yönetimi istediği şekilde eleştirip sorgulama hakkı bulunmayacaktır. Bu bağlamda mevcut yönetim halkın üzerinde istibdat ve otorite oluşturacaktır. Günümüz dünyasında Kuzey Kore, Türkmenistan gibi ülkelerde otoriter rejimlerin halkları üzerinde nasıl bir mutlakiyet kurduklarını ve yıkılamadıklarını görmekteyiz.

Son olarak başarılı bir diktatörlüğün halk üzerinde etkili propaganda ve yalan bir tarih yazımı ile olduğunu anlamış oluyoruz. Kitabı okumayan çok şey kaybediyor bence. Herkese iyi okumalar.

Çocukken Mardin'deki Lale Sineması'nda ki gördüğüm filmlerdeki kovboylar yerine koymuştum kendimi ama Avrupa'ya ilk çıkışımda kovboy değil Kızılderili, beyaz değil zenci olduğum kafama vurulmuştu.

Livaneli 'nin okuduğum ilk kitabı Huzursuzluk oldu. Zülfü Livaneli , ülkemizde popüler olan bir yazar. Zülfü Livaneli'nin kitapları...